Öneri Şubat ve Mart 2021 yazılarım

Öneri Çevrimiçi Gazete’de yayımlanan Şubat ve Mart 2021 yazılarım:

Yıldızlı Masal (Mart 2021)

12 Eylül darbesinden altı ay sonra, Mart 1981’de, İstanbul’u terk edip Viyana’ya yerleştim. Geldikten birkaç hafta sonra da burada yirminci yaşgünümü kutladım. Aradan 40 yıl geçmiş. Hâlâ cevabını bilemediğim bir soru var bunca zamandır: Orada kalmış olsaydım, acaba her şey nasıl olurdu? Daha Viyana’daki ilk aylarımda, bir metin yazmıştım, bir tür “mensur şiir”. Bizim hüzünlü kuşağımızın düzyazı destanı. Galiba, 40 yıldır kendime sormaktan vazgeçemediğim sorunun cevabı da bu yaşlanmış metnin içinde saklı.

Çağrışımlı yazı (Şubat 2021)

Hangi adalet bu siyasetçileri yargılayacak? Ne zaman? Bugüne kadar kaç tanesi yargılandı? Her şeyden önce: Herhangi ağır politik sonuçlarla, bir siyasi hesaplaşmayla karşılaştı mı hiç böylesi politikacılar? Yüksek maaşlarla emekliye ayrılıp, birkaç baskı yapacak anılarını yazarak; siyaset hakkında sunumlar vererek; medyada haklarında düzülen övgü kupürlerini arşivleyerek, devlet hediyesi mezarlarına gidene kadarki zamanı saygın insan pozlarında geçirmeye koyuldu bugüne dek hemen hepsi. Kimseye hesap filan vermeden.

Mein Beitrag auf IM BLOG: Dreifaches Jubiläum

Mein neuer Beitrag auf IM BLOG, dem Weblog der Initiative Minderheiten, befasst sich mit drei Jubiläen für die Organisation:

Dreifaches Jubiläum

Die Initiative Minderheiten nimmt an dieser Konfrontation seit 30 Jahren beständig teil. Ihre Art ist weniger von verbalradikalem Getöse geprägt als vielmehr von einer kompetenten (und mühsamen) Suche nach den Fäden, welche die Vielen miteinander verbinden – gegen Rassismus, Sexismus, Homophobie, Behindertenfeindlichkeit, Antisemitismus, Antiziganismus und weitere Formen von Diskriminierung und Unterdrückung. Und die Stimme und der IM BLOG verstehen sich als Teil dieser Suche.

Politische Seelenleiden im Herbst – Stimme #117

Meine Kolumne Stimmlage (Zeitschrift Stimme) in der Ausgabe Winter 2020:

Politische Seelenleiden im Herbst

Hinter all diesen Ereignissen, vom Umgang mit der Pandemie über die ideologische (Selbst-)Legitimation autoritärer Regierungen bis hin zum angeblich wienerisch-gemütlichen „Schleich di, du Oaschloch“-Slogan dieser Tage als Terrorabwehr und zur offiziellen Handhabung der globalen Gefahr durch die Klimakrise, sehe ich stets die hässliche Fratze des immerwährenden Nationalismus frech grinsen.

Öneri Aralık 2020 ve Ocak 2021 yazılarım

Öneri Çevrimiçi Gazete’de yayımlanan Aralık 2020 ve Ocak 2021 yazılarım:

Teoride ve pratikte emperyalizm (Aralık 2020)

Hem sağ hem de sol gruplar, emperyalist güçleri Türkiye’deki her kötülüğün temel sebebi ve sorumlusu, dolayısıyla da ulusun en azılı düşmanları olarak gördüler. Türkiyeli düşmanlar, bunların sadece işbirlikçisi konumundaydılar. Yani emperyalist güçler olmadan hiçbir ehemmiyetleri yoktu.

Salgın toplumunun üç ayağı (Ocak 2021)

Yürütmenin üstünlüğü, biyo-iktidara dayalı politikalar ve ulusallık ilkesinin egemenliği: bu üç dinamik, salgın sürecinde gün ışığına çıktı. Günümüzdeki siyasal ve toplumsal gelişmeleri anlamak için, bu üç dinamik arasındaki ilişkiyi yakından incelemek gerekiyor, kanımca. Küresel düzeyde seyreden sağa kayma olgusunu açıklayacak formülün, bu ilişkide saklı olduğunu düşünüyorum.

Auf der Flucht – Stimme #116

Meine Kolumne Stimmlage (Zeitschrift Stimme) in der Ausgabe Herbst 2020:

Auf der Flucht

Oktober 2026. Eine Gruppe von drei Männern und zwei Frauen unterschiedlichen Alters sitzt im Laderaum eines LKW. Sie sehen müde und ungewaschen aus. K., ein AnfangVierziger mit besonders großen, abstehenden Ohren, seufzt laut.

K.: Das hast du super eingefädelt, Karli, vielen Dank auch! In jedem Kommunikationstraining hast zu uns gsagt: Immer grauslicher reden als der Kickl! In jeder Strategiesitzung der Partei hast zu uns gsagt: Immer rechts vom Strache stehen! Das hamma jetzt davon. Die Blauen haben die letzte Wahl gewonnen, paktieren mit den grauslichen HC’lern, und die Grünen sagen, sie müssen diese Koalition unterstützen, weil sonst würden die Türkisen mit dem Strache regieren. Alle Medien gleichgeschaltet, ein Teil an russische Oligarchen verscherbelt, das Parlament abgeschafft, die Todesstrafe wieder eingeführt. Und wir stehen auf einer Liste der Landesverräter. Kann nur sagen: Bravo!

N.: I kann ja nix dafür, Basti. Da Hofa war’s!

„Oaschloch!“ meselesi

Öneri Çevrimiçi Gazete’de yayımlanan Kasım 2020 yazım:

„Oaschloch!“ meselesi

Hatırlayacaksınız; Paris’te mizah dergisi Charlie Hebdo’ya yönelik saldırı sonrasında sosyal medyada “Je suis Charlie” (Ben Charlie’yim) sloganı yayılmış, profil resimlerini ve hashtag olarak tweet’leri aylarca süslemişti. Londra terörü ardından da “Pray for London” (Londra için dua et) şiarı aynı biçimde yayıldı. Ardından İspanya ile “Todos con Barcelona” (Hepimiz Barselonaylayız) ve Almanya ile “Hanau war kein Einzelfall” (Hanau münferit değildir) geldi. Viyana’daki İslamcı katliam, bunlardan biraz farklı bir hashtag’i beraberinde getirdi: “Schleich di, du Oaschloch”. Avusturya’da yaşamayanlar için bunu biraz açmak gerekiyor.

Ütopya

Öneri Çevrimiçi Gazete’de yayımlanan Ekim 2020 yazım:

Ütopya

Her ne kadar klasiklerin çizgisinde kalınsa da günümüzde sol cenahta ütopya kavramına ve ütopik tasarımlara yönelik hiç de küçümsenemeyecek bir sempati söz konusu. Bir ütopyası, bir “vizyonu” olmayan toplum kuramları ve siyasetler, sol gruplar ve yazarlar tarafından “sisteme hapsolma” suçlamasıyla eleştirilmekte. Buna; sol hareketlere, özellikle de Marksist hareket ve kuramlara yönelik olarak ana akım medyada ve siyasette dile getirilen “ütopik fikirler bunlar” küfürleri de eklenince, garip bir manzara çıkıyor ortaya. Ve şu soru, anlaşılır nedenlerle hepimizin kafasını kurcalıyor: “Biz şimdi ütopyadan yana mıyız, ütopyaya karşı mıyız?”

Kritik zamanlarda eleştiri

30 Eylül’de eleştiri kavramı ve toplumsal pratikleri üstüne Türkçe bir sunum vereceğim:

Eleştiri modernitenin sihirli sözcüğüdür.  Sosyal hareketler, yeni bilimsel yönelimler veya aydınlar kendilerini eleştirel olarak tanımlamakta. Sözcük, sanattan siyaset ve bilime, yaşam tarzından şehir planlamasına kadar hemen her türlü yaşam alanını kapsamakta – Kant’ın bir hükmünde saptadığı gibi: “Çağımız, her şeyin kendisine tabi olmasını gerekli kılan eleştirinin asıl çağıdır.” Eğer eleştiriye böylesine genel geçer bir nitelik uygun görülüyorsa, peki eleştirel olmak sözüyle neyi kastediyoruz, eleştiri nedir?

Bu soru sunumda hem tarihsel hem de sistematik olarak ele alınacak. Gürses, önce eleştirinin yöntem, duruş ve söylem işlevlerinin tarihsel izlerini sürecek, ardından örneklerle toplumsal eleştirinin alanına odaklanacak ve günümüzdeki eleştirel hareketlerin yöntem ve uygulamalarını tartışacak. Bu tartışma başka sorularla genişletilecek: Eleştiri ne zaman ve nasıl karşıtına yani iktidara dönüşüyor? İçinde ne derece değiştirici/dönüştürücü bir kuvvet yatıyor? Ütopya ve toplum kuramlarıyla nasıl bir ilişki içerisinde? Kısaca: Toplum eleştirisi nedir ve günümüzde ne yapabilir?

Etkinliğin dili Türkçe’dir; katılım ücretsizdir.

Tarih: 30 Eylül Çarşamba, 19:30

Yer: Festsaal, Amtshaus 9. Bezirk, Währinger Str. 43, 1090 Wien

 

Solun haritadaki yeri

Öneri Çevrimiçi Gazete’de yayımlanan Eylül 2020 yazım:

Solun haritadaki yeri

1960’lardan başlayarak, sınıf eksenine başka “fark eksenleri” ekleyen Yeni Toplumsal Hareketler, ırkçılık, cinsiyetçilik ve homofobi karşıtlığını, feminist hedefleri, çevreciliği, hayvan haklarını, katılımcı demokrasiyi getirdi siyasete… Solun bu ikinci kaynağı, ifadesini ağırlıkla sivil toplum örgütlerinde bulmakta.

Bir de ağırlıkla liberter (özgürlükçü), otonom, anarşist hareketlerin öne çıkardığı ilkeler var: özyönetim, erksizlik, otoritesizlik, hiyerarşisizlik, şiddetsizlik, devletsizlik gibi. Sosyalist sol hareketin de, Yeni Toplumsal Hareketlerin de belki de en az önemsediği sol kaynağı, bence tam da bu ilkeler oluşturuyor.

Bugün pek çok sol hareket ve grup, kendini bu ilkelerin birkaç tanesine yaslayarak tanımlamakta. Ama bu üç kaynağın tümünü harmanlamayı başaran bir sol hareket yok bence. Acaba böylesi bir “harman”, solun enlem ve boylamını belirlemede pusula işlevi görebilir mi?

Söyleşi

yeni e-dergi’nin 34. sayısında çıkan söyleşim:

Özel bir tarihsel dönemdeyiz

İnanç ve bilme arasındaki gerginlik, çok eskilere kadar dayanıyor. Antik Yunan’da mitoloji ve felsefe arasındaki gerginlik, İslam’da İbn Rüşd ve Gazali karşıtlığından tanıdığımız felsefe ve kelam gerginliği. Hristiyanlıkta da bu tartışma yürümüş, misal Aziz Anselmus “credo ut intelligam” vecizesini atmış ortaya, yani “Anlamak (bilmek) için inanıyorum”.  İnançla aklı ve bilgiyi bağdaştıran, bunu yaparken de dönemin dogmalarına itaat eden bir yaklaşım. Bana öyle geliyor ki, bugünkü durum tam da bilim lehine tersine dönmüş vaziyette: çevremiz, inanabilmek için bilmeye çalışan insanlarla doldu. Pozitivizm, bilim müritliği çok yaygınlaştı. Tabii, insanlar güvenilir şeyler arıyor böyle zor kriz dönemlerinde. Önümüzde puzzle gibi parçalardan oluşan bir resim var ama elimizdeki parçalar çok az ve bunların sadece birkaçı bitişik. Sen bir yorum yapıyorsun, bu resim şu ya da bu olabilir diye. Ama çoğunluk, varsayım istemiyor, kesinlik istiyor. Bilim bir inanç kaynağı, bir din gibi işliyor.